19 Mart 2014 Çarşamba

VERGİLEMEDE TOPLUMSAL UZLAŞMA






Cahit Yerci - Gelirler Başkontrolörü - 21 Şubat 2006 Salı – Dünya

Vergi,

. Mükellefin ve devletin satın alma ve harcama gücünü belirlemesi açısından ekonomik,

. Toplumdaki gelir ve servet bölüşümünü belirlemesi açısından ekonomik ve siyasal,

. Belli kural ve ilkelere göre alınması bakımından yasal ve hukuksal,

. Her bireyin temel haklarını ve özgürlüklerini ilgilendirmesi bakımından hem hukuksal, hem de siyasal,

yönleri olan bir kurumdur.

Bu boyutlarıyla, vergi, en başta toplumsal uzlaşma konusudur.

Verginin kimden ve hangi oranda alınacağı, kimin vergi kapsamı dışında bırakılacağı soruları toplumsal uzlaşmayla yanıtlanır. Vergi yükünün adaletli ve dengeli dağılımını sağlayan bu uzlaşmadır. Verginin meşruluğu da, toplumun genel desteğini almak suretiyle vergiye uyum sorunlarının en aza indirgenmesi de toplumsal uzlaşmayla sağlanır.

Vergilerin konulması, değiştirilmesi ve kaldırılması yasayla olmaktadır (Anayasa m. 73). Yasa koymak, kaldırmak ve değiştirmek görev ve yetkisi ise, Anayasa'nın 87'nci maddesi hükmü uyarınca, TBMM'ye aittir. TBMM de, genel oyla seçilen ve seçildikleri bölgeyi ya da kendilerini seçenleri değil, bütün ulusu temsil eden beş yüz elli milletvekilinden oluşmaktadır (Anayasa m. 75, 80). Bu hükümler gereğince, vergiyle ilgili kararlara ait toplumsal uzlaşma, temsile dayalı olarak, TBMM'de gerçekleşmektedir. (Bu noktada, bunun, gerçek anlamda, her bir seçmenin oyunun TBMM'de temsiline olanak sağlayan seçim sistemiyle olanaklı olduğunu vurgulamakta da yarar bulunmaktadır).

Anayasa'nın 73'üncü maddesinde, vergilerin muaflık, istisnalar ve indirimleriyle oranlarına ilişkin hükümlerinde kanunun belirttiği yukarı ve aşağı sınırlar içinde değişiklik yapma yetkisinin Bakanlar Kurulu'na verilebileceği hükme bağlanmıştır. Vergi koymayı, değiştirmeyi ve kaldırmayı içermeyen bu yetkinin Bakanlar Kurulu'na verilmesi yasa hükmüyle olur. Bu bağlamda, Bakanlar Kurulu'na yetki verilirken de toplumsal uzlaşma zorunludur. Yetki verildikten sonra ise, yetki kapsamıyla sınırlı olarak, karar süreci, TBMM çatısı dışına, Bakanlar Kurulu'na taşınmaktadır.

Kamu giderlerinin yarattığı toplumsal yük, toplumun bireylerine vergiyle dağıtılmaktadır. Bu dağıtımı şu ya da bu şekilde biçimlendiren vergisel araçlar ise, vergi oranları, indirimleri, muaflıkları ve istisnalarıdır. Bunlar, aynı zamanda, vergiyle ilgili olarak Anayasa'mızda yer alan -doğrudan ya da dolaylı- bütün hükümlerin gereklerinin yerine getirilmesinde de araçtır.

Vergilemenin esaslı unsurlarını oluşturan bu araçlar, toplumsal uzlaşma zemininde yasayla belirlenmektedir. Dolayısıyla, kimden ve hangi vergilendirme unsurlarından ne kadar vergi alınacağını ve alınmayacağını bu araçlar belirlemektedir. Bu araçlar, aynı zamanda, vergi yükünü ve bu yükün çeşitli gelir unsurları ve vergi yükümlüleri arasındaki dağılımını, dolayısıyla, ulusal gelirin vergiden sonraki dağılımını da belirler.

Anayasa'nın 73'üncü maddesinde yer alan hüküm temelinde yasanın verdiği yetkilerle, Bakanlar Kurulu, söz konusu araçlara ilişkin yasal hükümlerde değişik yapabilme olanağı elde etmektedir. Böylece, Bakanlar Kurulu, toplumsal uzlaşma zemini dışında, vergi yükünü belirleyebilmekte, vergi yükünü şu ya da bu şekilde dağıtabilmekte, dolayısıyla, ulusal gelirin vergiden sonraki dağılımı üzerinde etkide bulunabilmektedir.

Vergilerin toplumsal uzlaşma zemininde yasayla konmasını, değiştirilmesini ve kaldırılmasını zorunlu kılan da, gerçekte, verginin özünden gelen ve toplumun özelini de, genelini de ilgilendiren bu etkilerdir. Bu bağlamda, böylesine geniş, önemli etkiler yaratabilecek vergisel düzenlemeleri yapabilme yetkisinin siyasi bir karar mercii olan Bakanlar Kurulu'na bırakılmasını ve bunun yarattığı sonuçları, bizce, hukuk devleti ilkeleri uyarınca enine boyuna tartışmak gerekir. Bu tartışmada öncelikli yeri alması gereken ise, hiç kuşkusuz, Anayasa'nın 73'üncü maddesinde yer alan, Bakanlar Kurulu'na yetki verilmesine olanak tanıyan hüküm olacaktır. Bu hükmün varlığı dolayısıyladır ki, vergi yasalarımız, Bakanlar Kurulu'na verilen yetkilerin sayısız örnekleriyle doludur. Söz konusu hükümde, belirlenecek alt ve üst sınırlar dahilinde yetki verileceği belirtilmiş olmakla birlikte, bu sınırların sınırlarının ne olacağının belirlenmemiş olması nedeniyle Bakanlar Kurulu'na verilen yetkiler neredeyse sınırsız niteliktedir (M. Aykut KELECİOĞLU, Vergi Mevzuatımızda Temel Vergilendirme İlkelerine Uyum Sorunu, Dünya, Vergi Sorunları Özel Eki). Verilen yetkiler kullanılmak suretiyle Bakanlar Kurulu'nca yapılan düzenlemeler ise, hukuk devletinin temel süreçlerinden olan Anayasa yargısı dışında kalmaktadır.

Bu tartışmada, önemli diğer bir husus, yasadan alınan yetkiler çerçevesinde Bakanlar Kurulu'nca yapılan düzenlemelerin, sosyal amacı, Anayasa'da, vergi yükünün adaletli ve dengeli dağılımı olarak belirlenmiş olan maliye politikası içinde nereye oturduğudur. Bakanlar Kurulu'nca yapılan düzenlemeler, süreç içinde, vergi yükünün adaletli ve dengeli dağılımını sağlamaya hizmet etmiş midir, etmemiş midir? Etmemişse, bunu, vergisel düzenlemelere karar verme yetkisini toplumsal uzlaşma zemini olan TBMM dışına çıkarmaya izin veren hukuksal altyapının yerinde olmadığını onaylayan bir durum saymak gerekir.

Bugünlerde, ülkemizdeki vergi yükünün, vergi oranlarının yüksek olduğu görüşünün sıkça seslendirildiğine tanık oluyoruz (Ülkemizdeki vergi yükünün, vergi oranlarının yüksek olup olmadığı ayrı bir değerlendirme konusudur. Bu değerlendirmeyi bir başka yazımızda yapmaya çalışacağız). Bakanlar Kurulu'nca yapılan düzenlemelerin vergi yükünün adaletli ve dengeli dağılımına hizmet edip etmediğinin belirlenmesi, seslendirilen bu görüşlerle de ilgilidir. Çünkü, yapılacak belirleme, vergi yükünün hangi vergi konuları ve kimler üzerinde yoğunlaştığını, vergi oranları ile bu yük ve Bakanlar Kurulu düzenlemeleri arasındaki ilişkiyi gösterecek, seslendirilen söz konusu görüşlerle kimlerin derdine tercüman olunduğuna ya da olunmadığına ve ses sahiplerinin seslendirmede eksik bıraktıkları hususlara da işaret edecektir.

MÜKELLEF HAKLARI ÜZERİNE



Cahit Yerci - Gelirler Başkontrolörü - 14 Eylül 2005 Çarşamba - Dünya
 

Son zamanlarda "mükellef hakları"na vurgu yapan çalışmalara ve değerlendirmelere daha çok rastlamaya başladık. Bu gelişmeyi hukuk adına sevindirici sayıyoruz. "Mükellef hakları" dediğimiz haklara değinilirken vurgulanmasını zorunlu bulduğumuz bir husus ise, bunların kapsamının, hukuki çerçevesinin ve temelinin çok net vurgulanması. Bu çerçevede konuya ilişkin birkaç değerlendirme yapalım istedik.

Hukuk sistemimizde "mükellef hakları" başlığı altında belirlenmiş hiçbir hakka rastlanmamaktadır. Bu bağlamda, "mükellef hakları"nı Anayasa'nın ve vergi kanunlarının çeşitli maddelerine serpiştirilmiş çeşitli hukuki güvenceler ve olanaklar olarak görmek yanlış olmayacaktır. Bu güvenceler ve olanaklar, esasen, temelini Anayasa'dan, özellikle Anayasa'nın 73'üncü maddesinden almaktadır. Verginin mevcudiyet nedenini kamu giderlerinin karşılanmasına bağlamış olan söz konusu madde, vergileme süresinde temel alınması gereken bazı ilkeleri anayasal ilkeler olarak ortaya koymaktadır. Buna göre,

Herkes vergi ödemek zorundadır,

Herkesin vergi ödeme zorunluluğu mali gücüne göredir,

Vergiler yasa ile konulur.

Devletin vergileme yetkisini sınırlayan bu ilkeler, mükellefler bakımından ise onların haklarını güvenceye almaktadır.

Yukarıda belirtilen anayasal ilkeler, devletin temel yapısını ve niteliğini, görev ve yükümlülüklerini, bireylerin haklarını ve özgürlüklerini belirleyen Anayasa hükümleriyle de doğrudan bağlantılıdır. Bu bağlamda, Anayasa'nın başlangıcında,

"Her Türk vatandaşının Anayasa'da yer alan temel hak ve özgürlüklerden eşitlik ve sosyal adalet gereklerince yararlanarak (...) hukuk düzeni içinde onurlu bir hayat sürdürme ve maddi ve manevi varlığını bu yönde geliştirme hak ve yetkisine doğuştan sahip olduğu",

"Topluca Türk vatandaşlarının (...) milli varlığa karşı hak ve ödevlerde, nimet ve külfetlerde ve millet hayatının her türlü tecellisinde ortak olduğu"

şeklinde yer alan hükümler mükellef hakları ile yakından ilgilidir.

Aynı şekilde, Anayasa'nın,

Türkiye Cumhuriyeti'nin, toplumun huzurunu, milli dayanışmayı, adalet anlayışını esas alan, insan haklarına saygılı, sosyal hukuk devleti olduğunu hükme bağlayan 2'nci,

Devletin temel amaç ve görevlerini "(...) demokrasiyi korumak, kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak, kişinin temel hak ve özgürlüklerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan (...) ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddi ve manevi varlığının gelişmesi için gerekli koşulları sağlamaya çalışmak" şeklinde hükme bağlamış bulunan 5'inci,

Temel hakların ve özgürlüklerin, kişinin topluma, ailesine ve diğer kişilere (olan) ödev ve sorumluluklarını da içereceğini hükme bağlayan 12'nci,

Herkesin yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahip olduğunu hükme bağlayan 17'nci

maddesi de mükellef haklarının temelini ve çerçevesini belirleyen hukuki altyapıyı oluşturmaktadır. Dolayısıyla, mükellef haklarının temeli Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın hükümlerindedir ve söz konusu hakların gözetilmesindeki başarı, belirtilen hükümlerin özümsenmesi ve uygulamaya yansıtılması derecesine bağlı olacaktır.