TÜRKÇENİN ÖZE DÖNÜŞÜ*
Türkçeyi özleştirme çalışmalarının bilimsel bir temele
oturmasından bu yana 46 yıl geçti. Bu süre içinde dilimiz geniş ölçüde özleşti,
özündeki varsıllığa kavuştu. Dil devrimi gerçekleşme sürecine girmeden önce,
Türkçe yazma çabasındaki yazarların yazılarında bile % 45’igeçmeyen öz Türkçe
oranı bugün % 90’a varmış, Türk Dil Kurumu’nun bilimsel yöntemlerle türettiği
sözcüklerin pek çoğu kullanılırlık kazanmıştır.
Dil devrimi gerçek anlamda halkla bütünleşmedir. Halkın
bilincini, duyarlığını yansıtan yapıtlar göstermiştir ki halkla bütünleşmenin
yolu halk dilinden geçer. Kalıcı olmanın önkoşuludur bu. Ulusallaşmak, daha
sonra da evrenselleşmek halk diliyle olasıdır. Yunus Emreler, Karacaoğlanlar
günümüze değin gelebilmişlerse hep bundan, “Türkçenin
bitek toprağını” işlediklerindendir. Çünkü “halktır dilin anası, doğuranı, doyuranı, emzirip erdireni, erdirip
olduranı…”[1]
Özleşmenin koşutunda yalınlaşmayı da sağlamıştır dil
devrimi. Özleştirmecilik denen bu atılımı uyandırdığı ulusal bilinçle yazarlar artık
öz dilimizi kullanıyorlar. Halktan aldıklarını kendi diliyle yeniden halka
veriyorlar. Anlatım yalınlık, kolay anlaşılırlık kazanıyor. Yazınsal yapıtlar
halka ulaşmakla, onun malı olmakla yeni bir değer, yeni bir anlam kazanıyor. Yazarlar, sanatlı söyleyiş kaygısıyla gereksiz söz
oyunlarına gereksinme duymuyorlar; duygularını, düşüncelerini biçimledikleri
Türkçe bu gereği duyurmuyor onlara. Çünkü sanatlı söyleyiş Türkçenin yapısında
var. Bu dili kullanmak canlı, anlaşılır bir anlatıma yetiyor. Aşağıdaki
alıntıdaki gibi:
Döndü geldi yeniden dilim ay
Cuma gecesi soframıza
Tanrısal dönüşümü evrenin
Yeniledi günlerdeki tekdüzeliği[2]
Nice
nice söz değerleri vardır halkın. Özleştirme sürecinde halk diline yönelmekle
dilimiz pek çok olanak kazanmıştır. Halkın dağarcığında yaşayan söz değerleri
ortaya çıkarılarak yazı diline ağdırılmıştır. Halkın bilincini, duyarlığını
yansıtacak bir görünün kazanmıştır dilimiz. Halkın bağrından gelen yazarlar,
yapıtlarında halk değerlerine yer vermişler; yaşarlılık kazandırmışlar bunlara.
Henüz yazı dilimize girmemiş, yöresel
dil olma niteliğinden çıkamamış söz değerleri de bugün pek çok yazarımızın
yapıtlarını biçimlemekte, anlatımı güçlendirmektedir. Aşağıdaki örnek bu
niteliktedir: “Ağaların sesi kısılmıştı.
Aç ite yenik düştük diyorlardı. Her birinden, Kurbanı’dan kaçıyorlardı. İki gün
sonra dönen arabalar, üç yüz elli araba ağaların, Muhtar Daştan’ın kafasının
içinde tangırdadı, bağrını ezerek geçti. Kardeş payı edilen Mağlısa, Çamurlu,
Urartu, Yanaçları taşındı, mereklere doldu.”[3]
Dilimizin
bugünkü aşaması “bu dille sanat
yapılamaz, bilimsel kavramlar karşılanamaz” savının geçersizliğini göstermektedir.
Halkın ağzında derlenmiş söz değerleri en dolaylı kavramları bile anlatmaya
yetebilmekte, somut ve soyut tüm kavramlar hiç güçlük çekmeksizin anlatılabilmektedir.
Öte yandan dilimizin somutlama,
soyutlama gücü ortaya çıkmıştır. Dilimizde değişik işlevleri olan
eklerle tek bir kökten pek çok sözcük türetmek olasıdır. Türkçemizdeki yapım
ekleriyle üç milyona yakın sözcük türetilebileceği dilbilimlerce ileri
sürülmektedir. Bu olanakla dilimiz yeni sözcükler, yeni anlatım biçimleri
kazanmıştır.
Konuşma
dili-yazı dili ayrımı büyük ölçüde ortadan kalkmıştır. Türk
Dil Kurumu ile dilimizde aşırı kuralcılıktan kaçınılmış, konuşma dilinin pek çok
özelliği yazı diline de geçirilmiştir. Uzun tümceler kısalmış, sözdizimi
değişik anlatımları karşılayacak biçimde değişmiştir. Bu yol, birçoklarının
savladığı gibi dilimizi yozlaştırmamış, varsıllaştırmıştır. Devrik tümcede
olduğu gibi konuşma dilinin özellikleri yazı diline bir canlılık sağlamış,
anlatımı tekdüzelikten ve tek boyutluluktan kurtarmıştır. Bunun en somut
örneklerini Ataç’ta görebiliriz: “Çağlar
vardır, insanoğlu biraz da acemi olmak ister. Hep kılavuzla yürümek çekilir mi?
Atılırsınız bilinmedik yollara, bakalım ne bulacaksınız oralarda? Ayaklarınızı,
ellerinizi kanatmaktan başka bir şey elde edemeyecekmişsiniz. Gene de razı değil
misiniz? Gitmezseniz, tutmazsanız o yanları, oralarda ayaklarınızı, ellerinizi
kanatmaktan başka bir şey elde edilemeyeceğini de anlayamazsınız. İçinizde bir ‘hicran’
kalır.”[4]
Bugün
bile, halkla tüm bağlarını koparmış Osmanlıcada direnenler var. Bunlar bir
türlü, “yeni bir Osmanlıca
yaratıyorsunuz, dile müdahale edilemez” savından geçemiyorlar. Ulusal sınırlarımızı
aşan, yurt dışında da övgüyle karşılanan yazınsal yapıtlarımızın katıksız bir
Türkçeyle biçimlendiğini görmezden geliyorlar. Bunca direnmelerine karşın
ister-istemez kendilerinin de etkilendikleri görülüyor. Türk Dil Kurumu, onlar
gibi dilin dokunulmazlığı savına bağlanmamış, korkmamıştır bilimsel yöntemle
dile yaklaşmaktan. Tarihsel süreç içindeki kaçınılmaz oluşuma bilimsel yöntemle
ivme kazandırmaktan çekinmemiştir. Dilimiz sonunda halkımızın bilincini,
duyarlığını anlatabilecek, her tür bilimsel kavramı karşılayabilecek anlatım
gücüne erişmiştir. Değeri başka toplumlarca da vurgulanan yapıtlarımız en somut
örneğidir bunun.
Cahit YERCİ
(Gaziosmanpaşa Plevne Lisesi, 6 Fen-E, 549,
İstanbul)
*Bu yazı, 1978 yılında Türk Dil Kurumu’nca
yayımlanan Türk Dili Dergisi’nin 1978 yılında Lise ve dengi okul öğrencileri
arasında açtığı “Türk Dil Devrimi
dilimizin anlatım gücünü nasıl etkilemiştir?” konulu yazı yarışmasında, Fakir
BAYKURT, Emin ÖZDEMİR ve Mustafa Şerif ONARAN’dan oluşan yazı kurulunca
birinciliğe layık görülmüştür. Yazı, Türk Dili Dergisi’nin Mayıs 1978 tarihli
320’nci sayısında yayımlanmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder