2 Temmuz 2014 Çarşamba

Cahit YERCİ’nin yayımlanmış ilk yazısı:


 

TÜRKÇENİN ÖZE DÖNÜŞÜ*

Türkçeyi özleştirme çalışmalarının bilimsel bir temele oturmasından bu yana 46 yıl geçti. Bu süre içinde dilimiz geniş ölçüde özleşti, özündeki varsıllığa kavuştu. Dil devrimi gerçekleşme sürecine girmeden önce, Türkçe yazma çabasındaki yazarların yazılarında bile % 45’igeçmeyen öz Türkçe oranı bugün % 90’a varmış, Türk Dil Kurumu’nun bilimsel yöntemlerle türettiği sözcüklerin pek çoğu kullanılırlık kazanmıştır.

Dil devrimi gerçek anlamda halkla bütünleşmedir. Halkın bilincini, duyarlığını yansıtan yapıtlar göstermiştir ki halkla bütünleşmenin yolu halk dilinden geçer. Kalıcı olmanın önkoşuludur bu. Ulusallaşmak, daha sonra da evrenselleşmek halk diliyle olasıdır. Yunus Emreler, Karacaoğlanlar günümüze değin gelebilmişlerse hep bundan, “Türkçenin bitek toprağını” işlediklerindendir. Çünkü “halktır dilin anası, doğuranı, doyuranı, emzirip erdireni, erdirip olduranı…”[1]

Özleşmenin koşutunda yalınlaşmayı da sağlamıştır dil devrimi. Özleştirmecilik denen bu atılımı uyandırdığı ulusal bilinçle yazarlar artık öz dilimizi kullanıyorlar. Halktan aldıklarını kendi diliyle yeniden halka veriyorlar. Anlatım yalınlık, kolay anlaşılırlık kazanıyor. Yazınsal yapıtlar halka ulaşmakla, onun malı olmakla yeni bir değer, yeni bir anlam kazanıyor. Yazarlar,  sanatlı söyleyiş kaygısıyla gereksiz söz oyunlarına gereksinme duymuyorlar; duygularını, düşüncelerini biçimledikleri Türkçe bu gereği duyurmuyor onlara. Çünkü sanatlı söyleyiş Türkçenin yapısında var. Bu dili kullanmak canlı, anlaşılır bir anlatıma yetiyor. Aşağıdaki alıntıdaki gibi:

Döndü geldi yeniden dilim ay

Cuma gecesi soframıza

Tanrısal dönüşümü evrenin

Yeniledi günlerdeki tekdüzeliği[2]

 

Nice nice söz değerleri vardır halkın. Özleştirme sürecinde halk diline yönelmekle dilimiz pek çok olanak kazanmıştır. Halkın dağarcığında yaşayan söz değerleri ortaya çıkarılarak yazı diline ağdırılmıştır. Halkın bilincini, duyarlığını yansıtacak bir görünün kazanmıştır dilimiz. Halkın bağrından gelen yazarlar, yapıtlarında halk değerlerine yer vermişler; yaşarlılık kazandırmışlar bunlara. Henüz yazı dilimize girmemiş,  yöresel dil olma niteliğinden çıkamamış söz değerleri de bugün pek çok yazarımızın yapıtlarını biçimlemekte, anlatımı güçlendirmektedir. Aşağıdaki örnek bu niteliktedir: “Ağaların sesi kısılmıştı. Aç ite yenik düştük diyorlardı. Her birinden, Kurbanı’dan kaçıyorlardı. İki gün sonra dönen arabalar, üç yüz elli araba ağaların, Muhtar Daştan’ın kafasının içinde tangırdadı, bağrını ezerek geçti. Kardeş payı edilen Mağlısa, Çamurlu, Urartu, Yanaçları taşındı, mereklere doldu.”[3]

Dilimizin bugünkü aşaması “bu dille sanat yapılamaz, bilimsel kavramlar karşılanamaz” savının geçersizliğini göstermektedir. Halkın ağzında derlenmiş söz değerleri en dolaylı kavramları bile anlatmaya yetebilmekte, somut ve soyut tüm kavramlar hiç güçlük çekmeksizin anlatılabilmektedir. Öte yandan dilimizin somutlama,  soyutlama gücü ortaya çıkmıştır. Dilimizde değişik işlevleri olan eklerle tek bir kökten pek çok sözcük türetmek olasıdır. Türkçemizdeki yapım ekleriyle üç milyona yakın sözcük türetilebileceği dilbilimlerce ileri sürülmektedir. Bu olanakla dilimiz yeni sözcükler, yeni anlatım biçimleri kazanmıştır.

 

Konuşma dili-yazı dili ayrımı büyük ölçüde ortadan kalkmıştır.   Türk Dil Kurumu ile dilimizde aşırı kuralcılıktan kaçınılmış, konuşma dilinin pek çok özelliği yazı diline de geçirilmiştir. Uzun tümceler kısalmış, sözdizimi değişik anlatımları karşılayacak biçimde değişmiştir. Bu yol, birçoklarının savladığı gibi dilimizi yozlaştırmamış, varsıllaştırmıştır. Devrik tümcede olduğu gibi konuşma dilinin özellikleri yazı diline bir canlılık sağlamış, anlatımı tekdüzelikten ve tek boyutluluktan kurtarmıştır. Bunun en somut örneklerini Ataç’ta görebiliriz: “Çağlar vardır, insanoğlu biraz da acemi olmak ister. Hep kılavuzla yürümek çekilir mi? Atılırsınız bilinmedik yollara, bakalım ne bulacaksınız oralarda? Ayaklarınızı, ellerinizi kanatmaktan başka bir şey elde edemeyecekmişsiniz. Gene de razı değil misiniz? Gitmezseniz, tutmazsanız o yanları, oralarda ayaklarınızı, ellerinizi kanatmaktan başka bir şey elde edilemeyeceğini de anlayamazsınız. İçinizde bir ‘hicran’ kalır.”[4]     

 

Bugün bile, halkla tüm bağlarını koparmış Osmanlıcada direnenler var. Bunlar bir türlü, “yeni bir Osmanlıca yaratıyorsunuz, dile müdahale edilemez” savından geçemiyorlar. Ulusal sınırlarımızı aşan, yurt dışında da övgüyle karşılanan yazınsal yapıtlarımızın katıksız bir Türkçeyle biçimlendiğini görmezden geliyorlar. Bunca direnmelerine karşın ister-istemez kendilerinin de etkilendikleri görülüyor. Türk Dil Kurumu, onlar gibi dilin dokunulmazlığı savına bağlanmamış, korkmamıştır bilimsel yöntemle dile yaklaşmaktan. Tarihsel süreç içindeki kaçınılmaz oluşuma bilimsel yöntemle ivme kazandırmaktan çekinmemiştir. Dilimiz sonunda halkımızın bilincini, duyarlığını anlatabilecek, her tür bilimsel kavramı karşılayabilecek anlatım gücüne erişmiştir. Değeri başka toplumlarca da vurgulanan yapıtlarımız en somut örneğidir bunun.   

 

Cahit YERCİ

(Gaziosmanpaşa Plevne Lisesi, 6 Fen-E, 549, İstanbul)

 

*Bu yazı, 1978 yılında Türk Dil Kurumu’nca yayımlanan Türk Dili Dergisi’nin 1978 yılında Lise ve dengi okul öğrencileri arasında açtığı “Türk Dil Devrimi dilimizin anlatım gücünü nasıl etkilemiştir?” konulu yazı yarışmasında, Fakir BAYKURT, Emin ÖZDEMİR ve Mustafa Şerif ONARAN’dan oluşan yazı kurulunca birinciliğe layık görülmüştür. Yazı, Türk Dili Dergisi’nin Mayıs 1978 tarihli 320’nci sayısında yayımlanmıştır.      

 



[1] Fakir Baykurt, On Binlerce Kağnı, s. 7.
[2] Ceyhun Atuf Kansu, Türk Dili, sayı 250, “temmuz Günlüğü” adlı şiirden.
[3] Ümit Kaftancıoğlu, Çarpana, s. 29.
[4] Nurullah Ataç, Günce I, s.30

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder